Blog Archive

Friday, December 4, 2009

Kopenhag iklim değişikliği zirvesi veTürkiye

Prof. Dr. Murat Türkeş, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi,
Coğrafya Bölümü, Çanakkale

Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS), insan kaynaklı sera gazı salımlarının (SGSler) küresel düzeyde azaltmasını sağlayabilecek en önemli hükümetler arası çabadır. Gelişmiş ülkelerin İDÇS altındaki temel yükümlülüğü, insan kaynaklı sera gazı salımlarını 2000 yılına kadar 1990 düzeylerinde tutmaktır.

SGS’leri 2000 sonrasında azaltmaya yönelik yasal yükümlülükleri Kyoto Protokolü (KP) düzenler. KP’ye göre, Ek I Tarafları (çoğunlukla OECD ve AB ülkeleri), KP’de listelenen sera gazlarını 2008-2012 döneminde 1990 düzeylerinin en az % 5 altına indirmekle yükümlüdür.

Türkiye Cumhuriyeti, Kasım 2000’de yapılan 6. Taraflar Konferansı’na Ek II’den (OECD ve AB) çıkmayı ve İDÇS’ye özel koşullarının dikkate alınması koşuluyla, bir Ek I Tarafı olarak kabul edilmek istediğini içeren yeni bir öneriyle katıldı. Türkiye’nin bu değişiklik istemi, 29 Ekim - 6 Kasım 2001 tarihlerinde Fas’ın Marakeş kentinde gerçekleştirilen TK-7’de kabul edildi. Bu olumlu gelişme üzerine, Türkiye gerekli yasal düzenlemeleri tamamlayarak, İDÇS’ye 24 Mayıs 2004’te, KP’ye ise 26 Ağustos 2009’da taraf oldu.

Sondan Bir Önceki Durak: Kasım 2009 Barselona Görüşmeleri

AB ile ABD, Japonya, Çin, Hindistan gibi ülkelerin bugünkü durumlarını ve Kopenhag İklim Değişikliği Zirvesine bakışlarını anlamak için 2-6 Kasım 2009’da Barcelona’da yapılan iklim değişikliği görüşmelerini çözümlemek ve çıkan sonuçların bireşimi yapmak gerekir.

7-18 Aralık 2009 Kopenhag Zirvesi öncesi son önemli toplantı özelliği taşıyan BMİDÇS’nin Uzun Süreli İşbirliği Eylemi Çalışma Grubunun yedinci (US-İŞB ÇG 7) ve KP Ek I Tarafları için Daha Kuvvetli Yükümlülükler Çalışma Grubunun dokuzuncu (KP ÇG 9) toplantılarının ikinci bölümleri 2-6 Kasım 2009 tarihlerinde Barcelona’da yapıldı.

Yaklaşık 3000 kişinin ve çok sayıda çevre bakanının katıldığı Barcelona toplantısında, yeni bir iklim değişikliği antlaşması sürecinin kolaylaştırılması ve önünün açılması için çeşitli konularda ilerleme kaydedilmesi bekleniyordu. Bunlar, iklim değişikliğine uyum, teknolojik işbirliği, iklim değişikliği ile savaşımın odak noktası olarak özellikle enerji ve ulaştırmadan kaynaklanan sera gazı salımlarının azaltılması, gelişmekte olan ülkelerde ise ormansızlaştırmadan ve arazi kullanımı değişikliklerinden kaynaklanan sera gazı salımlarının azaltılması, iklim değişikliğine uyumun ve olumsuz etkilerin finansmanı ve kapasite kuvvetlendirmeyi içerir. Bunların dışında, Kopenhag’ın da en önemli konularından olan, “gelişmiş ülkelerin sayısal olarak belirlenmiş ve yeterli/etkili düzeydeki sera gazı salımlarını azaltma yükümlülükleri” ve “gelişmekte olan ülkelerin kendi ulusal koşullarına uygun iklim değişikliğiyle savaşım etkinliklerinin (NAMA’lar) yeterli finansman ile desteklenmesi” konularının Barselona’da öne çıkacağı ve temel görüşme metinlerinin hazırlanacağı umuluyordu.

Bu konularda hiç ilerleme kaydedilmediğini söylemek doğru olmamakla birlikte, toplantı sonrasında konuya ilişkin olarak birçok delegenin de kabul ettiği gibi, özelikle gelişmiş ülkeler ve AB, Barselona’da daha iyisini yapabilirdi. Ne yazık ki bu olmadı; Kopenhag’a üzerinde çalışılması ve uzlaşmaya varılması gereken çok sayıda önemli görüşme konusu ve metin bırakılmış oldu.

Gerçekte, Barcelona’da hava, US-İŞB ÇG Başkanı Michael Zammit Cutajar’ın “Kopenhag’ın yasal olarak bağlayıcı bir antlaşma yerine, bir dizi TK kararıyla sonuçlanacağını” açıklamasıyla karardı. Benzer açıklamalar, BMİDÇS Yürütme Sekreteri Yvo de Boer ile birlikte birçok BM yetkilisince hem Ekim 2009 yapılan Enerji ve İklim konulu Büyük Ekonomiler Forumu’nda hem de Barcelona’da toplantı sırasında dile getirildi. Ayrıca BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon da, İngiltere Başbakanı Gordon Brown ile Londra’da yaptığı görüşme sonrasında, “Kopenhag’da yasal bağlayıcılığı olan bir antlaşma beklemediğini” söyledi.


TÜRKİYE’NİN KONUMU VE KOŞULLARI


Bugünkü koşullarda Türkiye’nin KP’den doğan sayısal olarak belirlenmiş bir sera gazı salımlarını azaltma yükümlülüğü yoktur. Türkiye KP kapsamındaki bu EK B dışı konumunu birinci yükümlülük dönemi (2008-2012) sonuna kadar sürdürecektir. Genel olarak, bu aşamada, Türkiye’nin 2012 sonrası için kabul edilecek olan iklim değişikliği rejiminin yeni düzeneklerine etkin bir katılımı planladığı söylenebilir.

Türkiye’de Çevre ve Orman Bakanlığı’nın eşgüdümünde, ilgili bakanlık, kurum ve kuruluşlar ile birkaç üniversitenin ve sivil toplum kuruluşunun (STK) katılımıyla ulusal iklim değişikliği çalışmaları ve etkinlikleri gerçekleştirilmektedir. Konuya ilişkin olarak, özetle, iklim değişikliğine uyum için kapasite arttırılması, sera gazı salımlarını azaltmaya yönelik olarak sektörlerin iklim değişikliği savaşım potansiyellerinin belirlenmesi, Türkiye’nin uluslararası iklim değişikliği görüşmelerine ve gönüllü karbon pazarına (GKP) etkin katılımı için kapasite geliştirilmesi ve Türkiye iklim değişikliği eylem planı gibi projeler sürdürülmektedir.

BMİDÇS’ye Ek I’de yer alarak ve KP’ye Ek B dışı bir ülke olarak taraf olması nedeniyle, bugünkü koşullarda Türkiye için iklim değişikliği anlaşmaları kapsamında 2012 sonuna kadar katılabileceği en uygun esneklik düzeneği GKP’dir. Türkiye’de bugüne kadar çoğunluğu rüzgar enerjisi ve küçük hidroelektrik güç üretimi gibi yenilenebilir enerjiler alanında olan çok sayıda onaylanmış salım azaltma (OSA) projesi geliştirildi. Bu projelerin uygulanması sonucunda sera gazı salımlarında beklenen azalma yaklaşık olarak 5 milyon tondur.

Türkiye, 2012 sonrası iklim değişikliği rejimine Kopenhag’dan başlayarak etkin bir katılım düşünüyor. Bu kapsamda aynı zamanda, Ek I tarafları arasındaki özel konumundan da yararlanarak, NAMA’ları, SGS’lerini bir her şey bugünkü gibi senaryosuna (BAU) göre 2020 yılına kadar azaltmayı, teknoloji işbirliği ve transferi ile çok yanlı finansal destekler yoluyla düşük karbon ekonomisine geçmeyi planlamaktadır.

Türkiye’nin Kyoto sonrası yeni iklim değişikliği rejiminden beklentileri ise şöyle özetlenebilir. Buna göre, yeni iklim rejimi, ülkelerin farklı koşullarını gözetmeli, her BM üyesinin beklentilerini ve farklı gereksinimlerini dikkate almalı, Ek I tarafları içerisindeki farklılıkları gözeten yeni bir kümeleme yapmalı ve tüm taraflar için kabul edilebilir bir yasal metin olmalı.

Türkiye KP sonrası iklim değişikliği rejimi için, KP Ek-B dışı olmasından kaynaklanan üstünlükten de yararlanarak, 2012 sonrası ikinci yükümlülük dönemi için kendisine en uygun bir “insan kaynaklı ulusal sera gazlarını denetleme (artış hızını yavaşlatma) ya da yine kendisinin belirleyeceği bir yıla ya da döneme kadar belirli bir oranda azaltma” yükümlülüğü alabileceğini etkin görüşmeler yoluyla kabul ettirebilir. İklim Değişikliği Birinci Ulusal Bildirimi’nde belirtildiği gibi Türkiye, kendisi için en uygun sera gazı salımlarını azaltma önlem ve politikalarına dayanan, başka bir deyişle önlemlerin alındığı bir istem yönetimi senaryosunu uygulayarak, örneğin, toplam insan kaynaklı sera gazı salımlarını 2020 yılına kadar 75 milyon ton (% 12) azaltabilir. Türkiye bu çerçevede yapacağı görüşmelerde, Kyoto sonrası yeni iklim değişikliği rejimi kapsamında hem koşulları kendisine benzeyen Meksika, Güney Kore gibi ülkelere öncülük yapabilir hem de kendisine en uygun sera gazı salımlarını denetleme ve/ya da azaltma yükümlülüğünü belirleme ve kabul ettirme olanağını bulabilir.


KOPENHAG’DAN NELER BEKLEMELİYİZ?


Barcelona’daki yüksek düzey açıklamalar, aynı zamanda 2009 yılı boyunca gerçekleştirilen görüşmelerin arka planında yaşananların yüksek sesle söylenmesiydi belki de. Bu kapsamda, gelişmiş ülke görüşmecilerinin en iyi senaryolarının “Kopenhag’da önce masaya finansmanın sonra iklim değişikliğiyle savaşım konusunda kuvvetli bir politik anlaşmanın konulması” olduğunu söylemek de hiç yanlış olmayacaktır. Buna göre, yasal olarak bağlayıcı bir antlaşma ancak 2010 sonunda kabul edilebilir. Gelişmekte olan ülkelerin, özellikle iklim değişikliği, kuraklık ve çölleşmeden etkilenen Afrika ülkeleri ile yakın bir gelecekte deniz düzeyi yükselmesinden daha çok etkilenecek olan alçak kıyı ülkelerinin ve küçük ada devletlerinin, her şeye karşın Kopenhag’da yasal bağlayıcılığı olan bir Kyoto sonrası antlaşmanın kabul edilmesini bekledikleri de açık bir gerçektir.

AB ile Japonya, Avustralya ve Yeni Zelanda gibi gelişmiş ülkeler ise her iki çalışma grubunun birleşik çıktısından oluşan tek bir antlaşmayı tercih etmektedir. Böyle bir antlaşmada, tüm gelişmiş ülkeler ve salımları yüksek olan gelişmekte olan ülkeler sera gazı salımlarını azaltma ve denetleme yükümlülükleri ya da eylemlerini birlikte almalıdır.

Kopenhag Zirvesi’nde aşağıda özetle verilenlerin öncelikli olarak görüşülmesi ve üzerinde uzlaşmaya varılması bekleniyor:

1- Gelişmiş ülke tarafları için sayısal olarak belirlenmiş kuvvetli sera gazı salımlarını azaltma hedeflerinin belirlenmesi;

2- Gelişmekte olan ülkelere gerekli olan desteklerin sağlanması yoluyla, gelişmekte olan ülkelerin ulusal koşullarına en uygun ve ulusal düzeyde uygulayabilecekleri iklim değişikliğiyle savaşım eylem ve uyum etkinliklerinin belirlenmesi;

3- Finansman ve teknoloji işbirliği ve kaynaklarının önemli düzeyde arttırılması;

4- İklim değişikliğinin etkilerine en fazla açık olan ülkeler ile en fakir ya da en az gelişmiş ülkelere iklim değişikliğine uyum ve iklim değişikliği etkilerinin finansmanı konularında daha fazla yardım edilmesine yönelik mali düzeneklerin sağlanması;

5- Bu destekleri yönetmek için adil ve uygulanabilir bir yönetim yapısının oluşturulması.



SONUÇLAR


Kopenhag’ın çıktısı hangi biçemde olursa olsun, başarı bu beş politik özel konuyla açık bir biçimde ölçülebilir. Gerçekte masada bulunacak olan tüm bu çok sayıdaki bilimsel/teknik, politik ve diplomatik karmaşık konular dikkate alınarak, bize göre Kopenhag’da tüm bu karmaşık konulardan arınmış bir biçimde BMİDÇS’nin nihai amacını yansıtacak adımlar atılması gerekir. Başka bir deyişle, tüm bu tartışma ve görüşmeler sonucunda ortaya çıkacak olan yasal metin, yerkürenin iklim sisteminin ve onun en önemli asal bileşeni durumundaki atmosferin korunması açısından net çıktılar içermelidir.

Örneğin, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’ne (IPCC) göre, küresel iklim sisteminin korunması ve iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinin azaltılması ve önlenebilmesi için, gelişmiş ülkelerin toplam sera gazı salımlarını 2020 yılına kadar 1990 yılı düzeylerine göre % 25 ve % 40 arasında azaltması gerekir. IPCC’ye göre, küresel sera gazı salımları ise 2050 yılına kadar 1990 düzeylerine göre en az % 50 oranında azaltılmalıdır. Konuya bu açıdan bakıldığında, Kopenhag Zirvesi’ndeki başarının en büyük ve en önemli göstergesi, küresel ölçekte atmosfere salınan insan kaynaklı sera gazı salımlarında insanın iklim sistemi üzerindeki tehlikeli etkilerini ve karışmalarını önleyecek düzeydeki bir azaltmayı sağlayacak yasal bağlayıcılığı ve kuvvetli salım azaltma hedefleri olan bir çıktı olacaktır.

Öte yandan, bir bölümünü özetleyerek verdiğimiz son gelişmeler ve değerlendirmeler dikkate alındığında, Kopenhag zirvesinden, sera gazı salımlarının azaltılması, finansman ve teknoloji işbirliği gibi temel konularda 2012 sonrası için yasal bağlayıcılığı olan bir iklim değişikliği antlaşmasının çıkmasının olanaksız olduğunu söylememiz gerekir. Bugünkü koşullarda, böyle bir antlaşma en erken Aralık 2010’da ortaya çıkabilecektir. Bu kapsamda, ABD Başkanı Barack Obama da Kopenhag’da Kyoto sonrası yükümlülükleri düzenleyecek kapsamlı bir antlaşmadan çok, Danimarka Planı olarak da adlandırılan bir yaklaşımı, yani bir yükümlülükler dizisinin birinci evresinin yürürlüğe girmesini desteklemektedir.

Sonuç olarak, özellikle gelişmiş ülke liderlerinin, Kopenhag’da birçok tartışmalı konuda karar almayı ikinci evreye bırakarak, dünyaya iklim değişikliğiyle savaşım, iklim değişikliğine uyum ve etkilerin azaltılması gibi konularda kuvvetli bir mesaj veren bir politik antlaşmaya ulaşmayı bu aşamada ‘başarılı bir sonuç’ olarak kabul edeceklerini öngörmek hiç de yanlış bir değerlendirme olmasa gerek.

Kaynaklar


1) ÇOB. 2007. Türkiye Cumhuriyeti İklim Değişikliği Birinci Ulusal Bildirimi (TİDBUB), Çevre ve Orman Bakanlığı (ÇOB), 272 sayfa, Ocak 2007Ankara. 2) ENB. 2009. Earth Negotiations Bulletin, 9 November 2009, Published by the International Institute for Sustainable Development (IIS D), Vol. 12 No. 447. 3) Kadıoğlu, S. 2009. Update on the UNFCCC Negotiations Climate Change Strategy of TURKEY. TBMM and GLOBE EU Conference on Climate Change, Global Threats &Low Carbon Prosperity Towards Copenhagen, 12 November 2009 – İSTANBUL. 4) Türkeş, M. 2001a. Küresel iklimin korunması, İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ve Türkiye. Tesisat Mühendisliği 61: 14-29. 5) Türkeş, M. 2001b. İklimde Bonn Anlaşması. Cumhuriyet Bilim ve Teknik 766: 14. 6) Türkeş, M. 2006a. Kyoto Protokolü’nün bir geleceği var mı? Cumhuriyet Bilim ve Teknik 995: 20. 7) Türkeş, M. 2006b. Küresel İklimin Geleceği ve Kyoto Protokolü. Jeopolitik 29: 99-107. 8) Türkeş, M. 2008. İklim değişikliğiyle savaşım, Kyoto Protokolü ve Türkiye. Mülkiye 259: 101-131. 9) Türkeş, M. ve Kılıç, G. 2004. Avrupa Birliği’nin iklim değişikliği politikaları ve önlemleri. Çevre, Bilim ve Teknoloji 2: 35-52. 10) Türkeş, M., Sümer, U.M., Çetiner, G. 2000. Kyoto Protokolü Esneklik

No comments:

Post a Comment

Note: Only a member of this blog may post a comment.