Küresel düzeyde son bir yıl içinde yaşananlara baktığımızda genel bir ekonomik daralma görüyor ve işsizliğin arttığına tanık oluyoruz. Bu durum doğru ve titizlikle seçilmiş politikaların yan tesiri olamaz, olsa olsa yanlış politika ve tercihlerin sonucudur. Asıl önemlisi, bu olumsuz durumu daha olumlu yeni gelişmelerin sebebi olarak düşünmek ise akla uygun görünmemektedir. Benzer tablo ülkemiz için de geçerlidir, olumsuz sonuca sebep olan politikaları savunan kesimlerin söylemleri unutulmamıştır gerek ülkemizde, gerekse küresel düzeyde geniş kesimlerin bilinçsizliğinin suiistimal edilmesi ciddi bedeller ödetmeye başlamıştır.
Eğer bir ekonomide yaşanan büyüme sürdürülebilir nitelikte değil ise bunun yanı sıra sorun ve dengesizliklerin ağırlaşmasına kayıtsız kalınıyor ve beklenti yönetimi ile gün kurtarılıyor ise sonucun felaket olacağını görmek için kahin olmak gerekmiyor. Yanlış tercih ve politikalar gizlemek adına IMF programı ve AB müzakere süreci gibi hikayelerin arkasına saklanılması sonucu değiştirmiyor. Bazı yetkililer ekonominin 27 çeyrek dönemdir büyüyor olmasına rağmen işsizliğin yüksek düzeyde kalmasını anlamıyor ya da siyaseten öyle görünmeye çalışıyor. Bu aşamada sormak gerekiyor; Türkiye'nin emek yoğun sektörlerden çıkması gerektiğini söyleyenler veya susarak bu önermeye destek verenler kimlerdir? Veya 'Finanse edebildiğim sürece cari açık sorun yaratmaz' deyip kendileri için istediklerini geniş kesimlere çok görenler bugün nerede ve neden hâlâ aynı yanlışlarda ısrar ediyor?
Bir ülkede toplam üretim artıyor olmasına rağmen olumsuz rekabet koşulları nedeniyle toplam gelirler azalıyor ve dağılımı bozuluyor olabilir. Üretim artışına bakarak ekonominin büyüdüğünü iddia etmek ve gelir cephesinde yaşanan olumsuzlukları görmezden gelmek büyük bir gaflettir. Büyümenin normalde milli gelirde yaşanan enflasyondan arındırılmış artışı temsil etmesi gerekir, bu sürdürülebilirlik adına sorunları küçük iken çözmek adına hayati önemdedir. Aksi ihtimalde gerçeklerden uzaklaşılır, sorunların büyümesine günü kurtarmak adına kayıtsız kalınır, potansiyel istikrarsızlık büyüdükçe kısa vadeye hapsolunur ve bağımlılıklar çeşitlenerek artar. Cari açığını, başka bir deyişle tasarruf açığını büyüten ekonomilerde bu olumsuzlukların tümü yaşanır, inşaat gibi sektörlere ivme verilmesi ve bunun dış kaynakla aşırıya kaçan ölçüde finanse edilmesi gerçeği bir süre gizleyebilir ancak sonuç değişmez. Veya faaliyet dışı gelirlerde sürdürülebilir olmayan bir sürecin ömrünü, sorunların ağırlaşması pahasına uzatabilir. Dış finansman imkanları eninde sonunda daraldığında ve/veya üretilen ürünler satılamadığında gerçeklerin açığa çıkması önlenemez.
Hükümet tarafından hazırlanan orta vadeli plana baktığımızda küresel sorunların hafifleyeceği, iç ve dış talebin yeniden canlanacağı, tasarruf açığımızın yeniden büyümeye başlayacağı ve genel tercihlerde ciddi bir değişiklik yapılmayacağı varsayılıyor. Bu söylemle sermaye kesimi rahatlatılmaya çalışılıyor ancak bu durumun geniş kesimler üzerindeki maliyeti geçiştiriliyor. Belli ki yaşananlardan ders almamakta ısrar ediliyor. Fakat küresel düzeyde hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı beklentisini güçlendiren gelişmeler evdeki hesabı etkiliyor: Tasarruf açığı büyüyen ekonomiler, faaliyet dışı gelir yaratmak isteyen kesimlerin ilgi odağından çıkıyor. Zira söz konusu ekonomilere girmenin kolay olduğu fakat hasarsız çıkmanın pek mümkün olamayacağı artık çok iyi biliniyor. Balon ekonomisi olarak nitelendirilen bu tür bölgeler gözden düşüyor ve beklentiler belli bir aşamadan sonra artık işe yaramayacak gibi görünüyor. Hal böyle olunca büyüyen tasarruf açığını eskiden olduğu gibi finanse etmek, mevcut uygulamalarla devam etmek, pek mümkün olamayacak gibi görünüyor.
Geniş kesimlerin krizi, kamu kesimi ve mali sektöre yansıdıkça öncelikler de politikalar da değişecek. Bu durumu fark edenler de eski tercihlerini farklılaştıracak. Süreç boyunca işsizlik ve istikrarsızlık artıyor olacak...
No comments:
Post a Comment
Note: Only a member of this blog may post a comment.