Blog Archive

Monday, August 31, 2009

Yenilenebilir enerji yatırım lisanları ikinci el piyasasında

Yenilenebilir enerji yatırımları için alınan lisanslar ikinci el piyasada satılıyor. Çoğu yatırıma dönüşmeyen lisansların maliyetinin çok üzerinde yüksek bedellerle devredildiği belirtiliyor. EPDK’nın (Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu) lisans başvurularını 2007 yılında sona erdirmesi nedeniyle, daha sonra enerji piyasasına girmek isteyen yatırımcılar da küçük üreticilerin elindeki lisansları almayı tercih ediyor. Bu da lisans sahibi şirketlerin pazarlık gücünü artırıyor.

Halen ikinci el piyasada, HES (hidroelektrik santrali) lisansları MW başına 100-250 bin, RES (rüzgar enerjisi santrali) lisansları ise 45-75 bin euro arasında alıcı buluyor. Bu devir bedelleri, lisans maliyetiyle karşılaştırıldığında oldukça cazip görünüyor. Keza EPDK verilerine göre, HES projelerinde MW başına bin 100 TL lisans bedeli ve 10 bin TL de teminat mektubu alınıyor.
Enerji çevrelerinden edindiğimiz bilgilere göre, örneğin 7.5 milyon dolara satılan bir HES projesinde maksimum maliyet 100 bin dolar. 2 milyon euro’ya devredilen bir proje için teminat mektubuyla birlikte EPDK’ya ödenecek bedel 600 bin dolar civarında. Lisanslar bazen 6 aylık ya da 1 yıllık elektrik üretim karşılığı da devrediliyor. Bunu tamamen yatırımın kurulu gücü belirliyor. 20 MW kurulu güçten büyük projeler bu açıdan daha cazip.

EPDK’dan alınan lisansların yatırıma dönüşme oranı da lisans ticaretini akla getiriyor. Hidroelektrik ve rüzgar enerjisi için EPDK’dan alınan lisansların sadece küçük bir bölümünün yatırıma dönüştüğü dikkat çekiyor. Yine EPDK verilerine göre, 13 Nisan 2009 itibariyle HES kurulması için özel sektör şirketlerine 523 tane lisans verildi. Bu lisansların kurulu güç toplamı 14 bin 167 MW. Ancak bu lisanslardan sadece bin 394 MW’ye karşılık gelen 55 tanesi işletmeye alındı.

Rüzgar enerjisi için de benzer durum söz konusu. Yine aynı tarih itibariyle rüzgara dayalı elektrik üretim santrali kurulması için kurulu güç toplamı 3 bin 503 MW olan 98 lisans verildi. Oysa sadece 440 MW’lik 17 lisans işletmeye alınabildi.

Enerji yatırımı yapmak isteyen şirketlere danışmanlık yapan Atilla Yıldırım, lisans devrinde özellikle HES projelerinin ilgi gördüğünü belirtiyor. Yıldırım, debisi yüksek olan nehir santrallerinin 6-8 aylık elektrik üretim bedeli karşılığında devredildiğine dikkat çekiyor. Özellikle kriz sonrasında satışa çıkarılan proje sayısındaki artış dikkat çekiyor. Yıldırım, “Krizden önce 10 projeden 2’si satılıyordu. Şimdi bu sayı 8’e çıktı” diyor.

Attila Yıldırım’ın verdiği bilgiye göre, lisanslı HES projeleri MW başına 100 bin ila 250 bin euro arasında devredilebiliyor. Rüzgar lisansları da MW başına 45-75 bin euro arasında alıcı buluyor. Fiyatı ise suyun debisi ya da rüzgarın gücü belirliyor.

Yıldırım, lisans devrinde iki tarafın da karlı çıktığını vurguluyor: “7.5 milyon dolara satılan bir projede maksimum maliyet 100 bin dolardır. Alan 49 yıl çalıştıracak ve buradan para kazanacak. Satan da maliyet ve devir bedeli arasındaki marjdan dolayı kar edecek.”

LİSANSLAR BÜYÜKLERDE TOPLANIYOR

Atilla Yıldırım’ın dikkat çektiği bir diğer nokta ise enerji sektöründeki lisansların giderek büyük şirketlerin elinde toplanması. Sektörün tamamen devlerin tekeline doğru gittiğini savunan Yıldırım, bu konuda şu örnekleri veriyor: “Enerjisa, Avusturyalı Verbund’u ortak aldı ve 1 milyar euro kredi sağladı. Ak Enerji, Çek Cumhuriyeti’nden CEZ’le evlendi ve 300 milyon dolar kaynak sağladı. Bu şirketler bu paralarla küçüklerin elindeki lisansları alarak mevcut yatırımlarını büyütme yoluna gidiyor.”
Enreji lisansını büyük gruplara devredenler arasında ise Ere Enerji dikkat çekiyor. Bu şirket, 7 lisansını 450 milyon dolara Enerjisa’ya devretti. Ere Enerji, Ceyhan Nehri üzerinde bulunan ve 4 tesisten oluşan Kandil Enerji Grubu projeleri ile Suçatı HES, Birkapılı HES ve Gazipaşa HES projelerini 2007 yılının mayıs ayında Enerjisa’ya devretti.

Ere Enerji Genel Koordinatörü Eyüp Koçak, bu projeleri devrettikleri dönemde lisans yönetmeliğinin henüz değişmemiş olduğunu hatırlatıyor. Koçak’a göre, Mayıs 2008’de lisans yönetmeliğinde değişiklik çıkınca artık firmalar kendi ellerindeki lisansları aynı tüzel kişilikte başka bir firma kurarak o lisanslarını yeni kurdukları firmaya devredebiliyor. Böylece sadece o firmanın devrini yapıp projelerini teker teker satabiliyorlar. Koçak, kendilerininse eski yönetmelik gereği bütün lisansları devretmek zorunda kaldıklarına dikkat çekiyor.

Ere Enerji şimdi da küçük çaplı projeler için HES lisansı arıyor. Eyüp Koçak, “Gazete ilanlarıyla HES lisansı arıyoruz” diyor. Koçak’a göre, piyasada “çantacı” diye tabir edilen kişiler lisans satışına aracılık ediyor. 1 MW için 50 bin dolar isteyen de, 100 bin dolar da isteyen oluyormuş. Hatta 1 yıllık elektrik üretimi için talepte bulunanlar bile varmış.

Piyasada birçok aracı firma ve kişinin bulunduğuna dikkat çeken Koçak, sektöre girmeyi planlayan bazı şirketlerin de hazır lisansları almayı tercih ettiğinin altını çiziyor. Koçak, zaten Ekim 2007’den bu yana lisans başvurularının yapılamadığını hatırlatıyor.

Para Dergisi

Kaynak: http://www.patronturk.com/yenilenebilir-enerji-yatirim-lisanlari-ikinci-el-piyasasinda

Monday, August 24, 2009

Enerji sektörüne 420 milyon dolarlık kredi desteği

24.08.2009 | ANKA | Haber


Türkiye Sınai Kalkınma Bankası Genel Müdür Yardımcısı Orhan Beşkök, Dünya Bankası'ndan Haziran ayında sağladıkları 420 milyon dolarlık uzun vadeli krediyi yenilenebilir enerji ve enerji verimliliğini arttırmayı amaçlayan projeler için kullanıma açtıklarını belirterek, bu alanda yatırım yapan kuruluşlara çağrı yaptı.
Orhan Beşkök, küresel krizin uluslar arası mali piyasalarda yarattığı olumsuz ortama rağmen TSKB olarak kredi piyasalarından çekilmediklerini, yatırımların finansmanı için KOBİ'ler dahil özel sektöre fon sağlamaya aynı hızla devam ettiklerini söyledi. Beşkök,"TSKB'nin zaten varlık nedeni yatırım ve kalkınma amaçlı projelere kredi vermek. Bu nedenle geri çekilmek ya da kredi kaynağını kısmak söz konusu olamaz. Aksine bu ortamda daha da yoğun bir şekilde kredilendirmeye çaba harcıyoruz. Çünkü biz Türkiye'ye inanıyoruz ve güveniyoruz" dedi.
Dünya Bankası'ndan sağlanan kaynağın Türkiye Kalkınma Bankası'na verilen 180 milyon dolar ile birlikte 600 milyon dolara ulaştığını belirten Beşkök, "27 yıldır bu bankadayım, 420 milyon dolarlık bu kredinin Dünya Bankası'ndan şimdiye kadar sağladığımız en büyük montanlı kredi olduğunu vurgulamalıyım. Bu kredinin 500 milyon doları doğrudan Dünya Bankası kaynaklarından sağlanırken, 100 milyon doları da yine Dünya Bankası tarafından yönetilen Temiz Teknoloji Fonu (CTF) aracılığıyla verildi. Bu fondan kaynak aktarılan ilk ülkenin de Türkiye olduğunu özellikle hatırlatmalıyım" diye konuştu. Beşkök, iklim değişikliğini önlemeye yönelik projelerin finansmanında kullandırılan kredi toplamının da Dünya Bankası'ndan alınan 420 milyon dolar dahil olmak üzere 910 milyon dolara ulaştığını kaydetti.

Yüksek başvuru var

Özellikle orta ve uzun vadeli yatırım ve proje finansmanının küresel kriz ortamında alabildiğine güçleştiği gerçeğinin altını çizen Beşkök, TSKB'nin bu kredisine yönelik şu ana kadar önemli bir başvuru da geldiğine işaret ederek şu değerlendirmeyi yaptı:
"Dünya Bankası'ndan sağladığımız 30 yıl gibi çok uzun vadeli bu kredi çok kıymetli bir kaynak.. Kriz nedeniyle imalat sanayinden talep azalmış olsa da diğer sektörlerden çok yoğun bir talep var. Şimdi biz bu kaynağı yenilenebilir enerji yanı sıra enerji verimliliğini arttırmayı amaçlayan projelere vereceğiz. Geçen hafta içinde krediyi kullanıma açtık. Yenilenebilir enerji yatırımı olan veya enerji verimliliğini arttırmayı hedefleyen kuruluşlara bir anlamda kredi için başvuru çağrısı da yapmış oluyoruz."
Beşkök, kriz öncesinde özellikle enerji sektörü yatırımlarının finansmanına yönelik olarak Türkiye piyasasında yabancı bankaların çok etkin olduğunu, ancak krizle birlikte bu kesimlerin piyasadan çekildiklerini hatırlatarak, "Şu anda enerji sektörüne yönelik yatırım finansmanında TSKB'nin dışında birkaç banka daha var. Doğal olarak az oyunculu bir pazar içindeyiz. Çünkü buradaki yatırımlar uzun vadeli finansman gerektiriyor. TSKB'nin kaynak yapısı da uzun vadeli olduğu için diğer bankalara kıyasla daha rahat davranabiliyor. O nedenle bu piyasada kısıtlama ve çekilme gibi bir yaklaşımımız yok, aksine daha çok ne yapabiliriz diye çaba harcıyoruz" diye konuştu.
Dünya Bankası ile de çok özel bir ilişki içinde olduklarını belirten Beşkök, bu konuda şunları söyledi:
"Dünya Bankası'ndan aldığımız kredileri hem doğrudan hem de dolaylı olarak kullandırıyoruz. Dolaylı kredileri biz ticari bankalar ve finansal kiralama şirketleri üzerinden kullandırıyoruz. Ağırlıkla KOBİ'lere yönelik bu krediler. Bu şekilde TSKB normalde erişemeyeceği şirketlere de bir şekilde finansman sağlamış oluyor."
Apex olarak adlandırılan kredi çerçevesinde Dünya Bankasından 2004-2008 döneminde toplam 900 milyon dolar kaynak sağladıklarını ve bunun 750 milyon dolarını kullandırdıklarını söyleyen Beşkök, Avrupa Yatırım Bankası'ndan da APEX bankacılığı kapsamında KOBİ'lerin finansmanı için 150 milyon Euro kredi aldıklarını ve tümüyle kullandırdıklarını belirtti.
Beşkök, TSKB'nin son rakamlarla 72 şirkete yenilenebilir enerji kredisi kullandırdığını ve bunların 65'inin hidroelektrik santrali (HES), 3'ünün rüzgar, 2'sinin jeotermal enerji santral projesi olduğunu ve 2'sinin de metan gazından elektrik enerjisi üretmeyi hedefleyen projeler olduğunu söyledi. Beşkök, yenilenebilir enerji konusunda Türkiye'de ciddi bir potansiyel bulunduğunu belirterek şu değerlendirmeyi yaptı:
"Türkiye'nin şu anda 42 bin megawatt kurulu güç kapasitesi var. Bu rakamın yüzde 34'ü yenilenebilir enerjiden oluşuyor. 2014 yılına kadar kurulu kapasitenin 61 bin megawata ulaşacağı ve yenilenebilir enerjinin toplamdaki payının da yüzde 40'a ve 24 bin megawata çıkacağı öngörülüyor. Yapılan hesaplamalar yenilenebilir enerji sektörüne yönelik yeni yatırım potansiyelinin de 15 milyar dolarlık bir kaynak gerektirdiğini gösteriyor."

TSKB'nin kredi portföyü 2,5 milyar dolar
TSKB'nin Haziran 2009 tarihi itibariyle kredi portföyü büyüklüğünün 2 milyar 542 milyon dolara çıktığını açıklayan Orhan Beşkök, bu rakamın yüzde 28'ini finans sektörüne açılan Apex kredileri, yüzde 23'ünü ise enerji üretim ve dağıtım sektörünün, yüzde 7'sini de ulaştırma ve iletişim sektörünün oluşturduğunu söyledi.
TSKB'nin kredi kaynaklarının vadesinin 11 yıl ile 30 yıl arasında değiştiğini kaydeden Beşkök, "Türkiye'de ticari bankaların ağırlıklı fon kaynağı mevduattan oluşuyor. Ve bu mevduatın yüzde 85'inin vadesi de üç aydan az. Doğal olarak bankalar bu kadar kısa vadeli olarak topladıkları kaynakla orta ve uzun vadeli finansman sağlamaya çalışıyorlar. Bizde ise aldığımız kredinin vadesi verdiğimiz kredinin vadesinden daha uzun. Ticari bankalarda ise durum tam tersi verdikleri kredinin vadesi uzun, krediye baz olan mevduatın vadesi ise kısa" diye konuştu.
TSKB'nin, uzun vadeli kredi kaynağı temin etme şansı bulunduğunu ifade eden Beşkök " Bizim ana kredi kaynağımız Dünya Bankası ve Avrupa Yatırım Bankası, Fransız Kalkınma Ajansı, Avrupa Konseyi Kalkınma Bankası, KfW gibi kuruluşlar. Dünya Bankası ile 60 yıldır işbirliği içindeyiz. Avrupa Yatırım Bankası (AYB) ile 60'lı yılların ortasında başlayan ilişkilerimiz ancak 90'lı yılların ikinci yarısında daha etkin bir hale geldi.1997'de üç banka 50 milyon Euro kredi kullandığımızda, belki ileride bu rakama bir sıfır daha ekleyebiliriz demiştik,bize gülmüşlerdi. Gerçekten de bu hedef şimdi gerçekleşti ve 2009'da üç banka 400 milyon Euroluk bir kredi aldık Avrupa Yatırım Bankası'ndan. Artık AYB ile çok yakın bir işbirliğimiz var" dedi.

Beşkök, 30 yıl gibi uzun vadeli bir kaynağı siz de aynı vadede mi kullandırıyorsunuz" şeklindeki soruya " Biz vadeleri projenin durumuna, hangi sektörde olduğuna ve tamamlanma süresine göre belirliyoruz. Örneğin bir hidroelektrik santrali projesi doğal olarak uzun sürede tamamlanacağı için vadesi 10 yıla kadar çıkabiliyor. Ayrıca Dünya Bankası'nın koyduğu ölçü yatırım kredilerinin bir yılı ödemesiz olmak üzere asgari 4 yıl vadeli olması yönünde. Biz ise 30 yıl vadeli olarak bize tanınan bu olanağı mümkün olduğunca bu süre içinde daha fazla firmaya aktararak daha fazla çevirim yapmak istiyoruz. Bu şekilde çarpan etkisiyle 420 milyon doları 30 yılda 2 milyar dolarlık bir büyüklüğe ulaştırabiliriz. Bu da Türkiye için iyi bir olanak" karşılığını verdi.

Kaynak: http://www.referansgazetesi.com/haber.aspx?HBR_KOD=128226&KTG_KOD=480

Garanti'den Soma Rüzgar Santrali'ne 90 milyon euro

24.08.2009 | Finans Servisi

Garanti Bankası, 90 megawat (MW) kurulu gücüyle Türkiye'nin yenilenebilir enerji kapasitesine büyük katkı sağlayacak Soma Rüzgar Santrali projesine, 90 milyon euro tutarında proje finansman kredisi sağladı. Santral, Bilgin Enerji Grubu'na dahil Bilgin Rüzgar Santralı Enerji Üretimi A.Ş. tarafından kurulacak. Yılda yaklaşık 316 milyon kwh elektrik üretecek santralın, 2010'un ikinci yarısında tam kapasiteyle üretime geçmesi bekleniyor.

Garanti Bankası Genel Müdürü Ergun Özen, konuyla ilgili olarak yaptığı yazılı açıklamada, "Kyoto Protokolü'ne katılımın ardından, ülkemizde karbon emisyonunu azaltma amaçlı projeler çok daha fazla önem kazanacak. Soma Rüzgar Santralı'nın da bu anlamda Türkiye'nin yenilenebilir enerji kapasitesine önemli katkı sağlayacağına inanıyorum" dedi. Garanti'nin çevre dostu rüzgâr enerjisi projelerine bugüne kadar önemli miktarda finansman desteği sağladığını ifade eden Özen, "Enerji konusundaki bilgi birikimimizle bu alandaki liderliğimizi sürekli pekiştiriyoruz. Türkiye'de, temiz enerji projeleri de dahil, hemen hemen tüm büyük projelerin finansmanında bulunuyoruz" diye konuştu.

Kaynak: http://www.referansgazetesi.com/haber.aspx?HBR_KOD=128206



Friday, August 21, 2009

Rüzgar Enerjisi Sempozyumu - 4-5 Haziran 2009 - Samsun

Değerli Konuklar,
Sevgili Arkadaşlar,

Hepinizi TMMOB Yönetim Kurulu adına saygıyla sevgiyle, dostlukla selamlıyorum. Elektrik Mühendisleri Odamız tarafından düzenlenen Rüzgâr Enerjisi Sempozyumu‘nda sizlerle bir arada olmanın bir büyük onurunu yaşıyorum.

Değerli konuklar,

Şüphesiz bir meslek alanının ve mesleğin bağlı olduğu sektörü, yaşanılan dönemin sorunlarından ayrı tutarak konuşma yapmak çok anlamlı olmuyor.

Oda Başkanım konuşmasında sektörün içinde bulunduğu durumları, ülkemizin ve dünyanın içinde bulunduğu sorunlarla ilişkilendirerek odamızın görüşleri ile birlikte aktardı.

Oda başkanımın kapsamlı değerlendirmesi üzerine benim de bazı cümlelerin altını çizmem şimdi burada bir genel zorunluluktur. Dünyayı ve ülkemizi bizim gördüğümüz şekli ile tanımlamanın, burada sektörün değerlendirilmesinde bir önsöz olacağı kanısındayım.

Bugünün dünyasına ve ülkemizin bugününe bir meslek örgütü sorumluluğumuzla baktığımızda güzel sözler söylemek ne yazık ki, kolay olmuyor.

Son 30 yıldır içine sokulduğumuz kapitalist küreselleşmenin sonuçları bugün ortadadır: 1 milyar kişinin günde 1 dolardan az kazandığı, dünya nüfusunun zengin %2‘sinin dünya servetin yarısına el koyduğu bir dünyada yaşıyoruz. Kuzey ile güney arasındaki, kadın ile erkek arasındaki, varsıllarla yoksullar arasındaki fark gittikçe açılıyor. Ülkemizde de yoksulların daha fazla yoksullaştığı, siyasal yapıda pek çok değişimin gerçekleştiği biçimde yaşanan süreç, kapitalist küreselleşmenin küresel kriziyle karanlık yüzünü bir kez daha gösterdi. Neo-liberalizmi tartışılmaz ve geri döndürülemez, kaçınılmaz bir süreç olarak gösterenler dahi, neo-liberalizme karşı alternatif arayışlarına giriyorlar.

İşsizlik rekorları kırılıyor bu ülkede. Yoksulluk ve sefalet almış başını gidiyor. Kapitalist küreselleşmenin küresel krizi emekçileri teğet geçmiyor. Zenginler krizi fırsata çevirip zenginliklerine zenginlik katarak yaşamaya devam ediyorlar. Adaletsizliğin adaletsizlik olarak, açlığın açlık olarak sürüp gitmesini sağlamak için kapitalist küreselleşmenin bu düzenini korumaktan söz ediyorlar. Kapitalizmin dünya ölçeğinde yaşadığı krizden, bağımlı ülkelerin ağır biçimde etkileneceği açıktır. Başbakan‘ın muhtemelen kendisinin de inanmadığı "kriz bizi teğet geçecek" öngörüsüne rağmen, dış borç stoku milli gelirinin %40‘ına yaklaşan ülkenin, son yıllarda gerçekleştirdiği dış kaynağa bağımlı büyümenin bedelini ödemesi kaçınılmaz görünüyor. IMF ipine bir kez daha sarılacağı anlaşılan siyasal iktidarın emekçilere "mali disiplin"den başka bir önerisinin olmayacağı anlaşılıyor. Bunun ise daha çok vergi, daha az kamu harcaması anlamına geldiğini biliyoruz. Yani daha çok işsizlik ve alt-orta sınıfların daha fazla yoksullaşması yaşanacak. Önümüzdeki dönem mühendisleri, teknik elemanları karanlık bir gelecek beklediğini söylemek yanlış olmayacaktır.

Değerli konuklar,

İşte böylesi bir Türkiye ortamda bu sempozyumumuzda Enerji sektörünün bir parçasını rüzgâr enerjisini konuşacağız.

Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) ve tüm birimlerinin gündeminde enerji sorunları ile çözüm yolları hep birinci sırada olmuştur. Çalışma dönemlerinde tüm birimlerimizde enerji tüm yanları ile tartışılmakta, biriktirilenler üyelerin ve kamuoyunun gündemine taşınmaktadır.

Günümüz dünyasında enerji, uluslararası siyaset alanında stratejik bir boyuta sahiptir.

Kriz, uluslararası siyaset ve enerji pazarındaki gelişmeler, dünyanın enerji sorunlarında refah ve barıştan çok farklı bir yönelime girildiğini, yatırımlarda ertelemeler ve sorunların sert süreçlere aktarılacağını göstermektedir. Artacak olan petrol talebinin karşılanmasının güçlükleri ve doğalgaz pazarı paylaşımıyla ilgili sorunlar dolayısıyla fosil yakıtların fiyatlarında önemli artışlar olacaktır. Kısacası, kriz nedeniyle Türkiye‘nin elektrik enerjisi talebindeki % 5 civarındaki düşme gibi güncel durumlar sorun ertelemeciliğine yol açmamalıdır. Son beş yıl itibarıyla Türkiye‘nin birincil enerji tüketimi ve elektrik enerjisi tüketiminin sürekli artmakta olması ayrıca gözetilmelidir.

Türkiye‘nin toplam enerji tüketiminin yalnızca % 25‘i yerli üretimle karşılanmaktadır. Yani enerjideki dışa bağımlılık oranımız % 75 düzeyindedir. Stratejik bir planlamadan yoksunluk; özelleştirme, serbestleştirme politikaları; kamu kuruluşlarının parçalanması, küçültülmesi; ithal doğalgaza dayalı elektrik enerjisi üretim tesislerinin teşvik edilmesi, doğalgaz santrallerine verilen ticari taahhütler nedeniyle linyit yakıtlı santraller ve hidroelektrik santrallerin gerekli iyileştirme çalışmalarının yapılmaması; kamunun enerji yatırımlarından çekilerek, zengin linyit rezervleri ve hidrolik kaynakları ile yeni ve yenilenebilir enerji kaynaklarımızın yeterince değerlendirilmemesi, söz konusu dışa bağımlılığı oluşturan başlıca faktörler olarak sıralanabilir.

Dünya Bankası‘nın dayattığı yapısal uyum düzenlemeleri, bölgedeki enerji kaynaklarına yakınlık, AB ile ilişkiler, enerji sektöründe uluslararası unsurların ağırlığını artırırken, bu dış faktörler karşısında ülkenin ve ülke insanının ihtiyaçlarını öne çıkaran politika ve programlar daha da önem kazanmaktadır. Oysa geçmişte ve günümüzde yaşananlardan ders çıkarmak, merkezi ve stratejik bir planlama ile geleceği kurgulamak gerekmektedir. Ülkenin enerji konusunda geleceği; günü -ve kendini- kurtarma peşinde olan siyasi karar vericilere, kendini doğası gereği- küresel sermayenin uygulayıcısı olarak gören EPDK yöneticilerine, sadece kendi çıkarları penceresinden bakan belirli enerji kaynakları üzerine örgütlenen üretici derneklerine, OSB yöneticilerine, nükleer lobilere bırakılamayacak kadar önem arz etmektedir.

Oysa yapılması gereken, her bakımdan ülkeye özgün, ülke koşullarını gören bir noktadan merkezi ve stratejik bir planlamaya gidilmesidir. Bu planlama enerjinin üretim sürecinden dağıtım sürecine kadar süreklilik ve bütünlük göstermeli ve kamu eliyle doğal tekel yapısı içinde değerlendirilmelidir. Ve yine bu plan ve program gelecek dönemleri de bağlamalıdır.

Enerji kaynaklarına yönelik potansiyelimiz gerçekçi bir yaklaşımla ortaya konulmalıdır. Kömür ve petrol aramalarına önem verilmeli, kaynak ayrılmalıdır. Jeotermal potansiyelimiz özellikle sanayi, konut, tarım ve turizmde ivedilikle değerlendirilmelidir. Talep tahminleri gelişmiş ülkelerin modellerine göre değil ülkemiz özgün koşullarına göre geliştirilecek modellere göre yapılmalıdır. Rüzgâr, biomas-biokütle ve güneşe yönelik gelecek kurgusu mutlaka yapılmalı, toplam elektrik enerjisi içindeki payları süreç içerisinde arttırılmalıdır. Özellikle güneş enerjisine yönelik şimdiden bütçeden AR-GE çalışmaları için pay ayrılmalıdır. Yıllar itibariyle ithal enerji kaynaklarına bağımlılık aşağı çekilmeli, yeni doğalgaz kontratları yapılmamalıdır. Verimlilik, etkin kullanım ve tasarruf enerji projeksiyonları içerisinde yer almalıdır. Kayıp-kaçaklar OECD ortalamalarına çekilmelidir. Öz kaynakların (finansman kaynaklarının ve rezervlerin) en iyi şekilde değerlendirilmesi temel ölçüt alınarak, ülke düzeyinde enerjinin öncelik ve gereksinimlerinin tartışılıp, üzerinde tüm kesimlerce uzlaşılan enerji plan ve politikaları belirlenmelidir. Enerji üretiminde ulusal kaynaklara ve yenilenebilir enerji kaynaklarına ağırlık verilmelidir. Nükleer santral macerasından vazgeçilmelidir. Ülkemizde güneş, rüzgâr, jeotermal, biyogaz, biokütle, hidrojen vb. enerji kaynaklarının, şu an yeterince değerlendirilmeyen mevcut potansiyelleri, verimli bir şekilde değerlendirilmeli, yeni ve yenilenebilir enerji kaynaklarının desteklenmesi için düzenlemeler bir an önce yaşama geçirilmelidir. Tüketim ve üretim projeksiyonları sağlıklı saptanmalı ve nesnel ölçütlerle modeller geliştirilmelidir. Enerji güvenliğini sağlayacak politikaların geliştirilerek uygulanması, denetlenmesi ve çevrenin korunması katılımcılığı teşvik eden şeffaf yönetimler eliyle yapılmalıdır. Teknik ve ekonomik fizibilite, çevre etki değerlendirme, teknoloji seçimi, yatırım, işletme aşamaları ve tüketici bilincinin yükseltilmesi için her seviyede kadroların yetiştirilmesi ve sürekli eğitimi şarttır. Çevre koruma ve enerji tasarrufu bilinci geliştirmeye ilköğretimden başlanmalıdır. Üniversitelerde, kamuda ve özel sektörde teknoloji geliştirme amaçlı araştırma- geliştirme çalışmalarına ağırlık verilmelidir.

Değerli Konuklar,

Türkiye‘nin Enerjide Kurulu gücü Mayıs 2009 itibarı ile 42.185 MW‘tır. Bunun 451,9 MW‘lık bölümü rüzgâr santralleridir. Türkiye‘nin ekonomik olarak kullanılabilir Rüzgâr potansiyelinin 47.849 MW olduğu düşünülürse, şu anki Rüzgâr Kurulu gücünün Türkiye‘nin rüzgâr potansiyeline göre oldukça küçük kaldığını söylemek yanlış olmayacaktır. Rüzgâr enerjisi kurulu gücünün 2013 yılına kadar 12.000 MW‘a, 2020 yılına kadar da 19.000 MW‘a çıkarılması öngörülmektedir. Ancak bu öngörünün gerçekleşebilmesi için ciddi bir üretim ve iletim planlaması yapılması gerektiği de açıktır.

Bu etkinliğimizde bunları bilimin ve tekniğin ışığında hep birlikte bir kez daha değerlendireceğiz. Siyasi karar vericilerin burada söylenenlere sahip çıkmasını diliyorum.

Bitirirken, bu etkinliğimizi gerçekleştiren EMO Oda ve Şube Yöneticilerine, üniversite yönetimine, şube çalışanı arkadaşlarıma, görüşlerini bizimle paylaşacak bilim insanlarına, uzmanlara emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.

Hepinizi saygılar sunuyorum.

Mehmet SOĞANCI
TMMOB
Yönetim Kurulu Başkanı


Kaynak: http://www.tmmob.org.tr/genel/bizden_detay.php?kod=5197&tipi=18

Ekolojik kriz, ekonomik krizi aratacak

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları ve TEMA Vakfı tarafından Türkçe’ye çevrilerek yayımlanan “Dünyanın Durumu 2009” adlı rapor, sera gazları salınımı önümüzdeki birkaç yıl içinde acilen geri döndürülemezse oluşacak iklim değişikliğinin uygarlığımızı yok edecek boyutlara vardığını bildiriyor.

World Watch Enstitüsü tarafından hazırlanan “Dünyanın Durumu 2009”, acil ve işlevsel bir eylem planı oluşturma konusunda bir yol haritası ortaya koyuyor. Bu çalışma 40’ı aşkın uzman yazarın çabaları ile oluşturuldu.

TEMA Onursal Başkanı Hayrettin Karaca, Türkiye’nin de iklim değişikliğinin olumsuz ya da tehlikeli etkileri açısından risk grubu ülkeler arasında görülmesi gerektiğini belirterek, “Türkiye, büyük bir olasılıkla kaybedenler arasında yer alacaktır” dedi.

TEMA Onursal Başkanı Hayrettin Karaca Türkiye İş Bankası Çamlıca Tesisleri’nde gerçekleştirilen basın toplantısında, dünyanın ve Türkiye’nin alarm veren ekolojik tablosunu ortaya koydu.

Toplantıda açıklanan ve bu yıl küresel ısınma konusunu ele alan “Dünyanın Durumu 2009” kitabının içeriği, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin değerlendirme raporu bulgularına dayanarak oluşturuldu. Rapor özetle, ısınmanın “kuşku götürmez bir gerçek” olduğunu bilimsel bir kesinlikle ortaya koyarken, ısınmaya sebep olan sera gazları salınımı önümüzdeki birkaç yıl içerisinde acilen ve anlamlı bir şekilde geri döndürülemezse oluşacak olan iklim değişikliğinin uygarlığımızı yok edecek boyutlara vardığını bildiriyor.

40’ı aşkın uzman yazarın çabaları ile ortaya çıkan “Dünyanın Durumu 2009”, konuyu oldukça geniş kapsamlı bir ölçekte ele alarak acil ve işlevsel bir eylem planı oluşturma konusunda kapsamlı bir yol haritası ortaya koyuyor. İklim değişikliği ile mücadele konusunda hükümetlerin yeni bir mutabakat arayışı için bir araya geleceği aralık ayındaki Kopenhag iklim toplantısı da “Dünyanın Durumu 2009”da parmak basılan sorunların ne kadar isabetli olduğunu ayrıca vurguluyor.

“Dünyanın Durumu 2009”u hazırlayan World Watch Enstitüsü, bu yıl, bir referans kitabı yayınlamanın ötesine geçerek, küresel iklim değişikliğine karşı başlatılacak olan iki yıllık dönüşüm kampanyasında aktif olarak görev alacak. Kopenhag iklim anlaşmasına dayalı olarak özellikle Çin, Hindistan ve Amerika gibi ısınmaya önemli ölçüde olumsuz etki yapan ülkelerdeki gelişmeleri izleyerek, bilimsel anlamda veri toplama ve değişime karşı bilinçlenme konusunda katkı sağlayacak.

Yeni bir toplumsal düzen zorunlu
Bu yıl ilk kez Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yayımlanan yıllık raporun ortaya koyduğu iklim değişikliği ile mücadele çok boyutlu faaliyetler gerektiriyor. Ancak, sorunların çözümünde toplumsal bir bilinç geliştirilmesi, bilimsel desteğin sağlanması ve güçlü bir siyasi irade çok büyük önem taşıyor. Bu bağlamda medyanın rolü de diğer faktörler kadar önemli. “Dünyanın Durumu 2009”, iklim değişikliğine karşı alınması gereken tedbirlerin yanı sıra bu dönüşüm sürecini, özellikle insan hayatı ve ekolojik denge üzerindeki etkileri çerçevesine odaklanarak inceliyor.

Rapor, 22. yüzyıla doğru ilerlerken yeni bir toplumsal düzen inşa etmek zorunda olduğumuzu ortaya koyuyor. Kitapta iklim değişikliğine karşı geniş ölçekli kitlesel çözüm alternatifleri de devreye alınıyor. Küçük adımlarla sorunu çözme lüksü kalmadığı belirtilen raporda, 20 yıldır uygulanan ve başarısızlığa uğrayan pilot projelerin zaman kaybettirdiğine dikkat çekiliyor.

Nüfus baskısı artıyor
Dünya nüfusunun ekolojik sistemler üzerindeki baskısı bir gerçeklik olarak önümüzde duruyor. Nüfusun en az 20, 30 yıl daha artış eğiliminde olacağı biliniyor. Böyle bir konjönktürde yapısal değişimler zorlu bir çabayı gerektiriyor. Kitap, sürecin getireceği yenilikleri teknoloji, insan davranışları, yeni yönetim anlayışları, eşitlik ve paylaşım gibi konular altında inceleyerek, gelecek on yıllarımıza da ışık tutuyor.

Türkiye risk grubunda
Türkiye İş Bankası Çamlıca Tesisleri’nde yapılan basın toplantısında risk grubuna dahil ülkeler arasında gösterilen Türkiye’nin en çok zarar görecek ülkelerden olacağı uyarısı yapıldı. Buna göre ilkbahar ve yaz mevsimlerindeki gece en düşük hava sıcaklıkları, Türkiye’nin pek çok kentinde istatistikî ve iklimbilimsel açıdan önemli ölçüde artma eğilimi gösteriyor. Ülkemizde, 1990’lı yılların başına kadar soğuyan ortalama hava sıcaklıklarında, sonbahar mevsimi dışında, özellikle kış ve ilkbahar mevsimlerinde daha belirgin olmak üzere ısı artışı gözleniyor.

Türkiye ve bölgesinde kış yağışları azalıyor
Ankara Ticaret Odasının (ATO) “Küresel Isınma Kıskacında Türkiye Raporu”na göre; ABD dünya nüfusunun yüzde dördüne sahip, ancak karbondioksit üretiminin yüzde 25’inden sorumlu. İngiltere karbondioksitin yüzde üçünü üretiyor. Hindistan’ın karbondioksit üretimi, ise nüfusu ondan 15 kat fazla olmasına rağmen İngiltere ile hemen hemen aynı.

Atmosfere yılda 220 milyon ton karbondioksit bırakan Türkiye ise 20. sırada. 2010 yılında bu rakam 400 milyon tonlara ulaşacak. Atmosfere tüm dünyada yılda ortalama 21 milyar ton karbondioksit salınıyor ve bu miktar giderek artıyor. Sera gazındaki artışın nedeni, kömür ve doğal gazdan elektrik elde etmeye ve petrole dayalı ulaşıma yapılan yatırımlar olarak görülüyor.

Küresel ısınma sonucu Türkiye’yi, tayfunlarda artış, yangınlar, ekosistemlerin değişmesi, biyolojik çeşitliliğin azalması, gıda üretim düzeninin bozulması, yoksulluk, hastalık ve deniz seviyesinin yükselmesi gibi dev sorunlar bekliyor. Türk Meteoroloji yetkililerince, önümüzdeki yıldan itibaren insanların aşırı sıcak bir günün ardından gelen aşırı yağışlara, sellere alışması gerektiği ve önümüzdeki beş yılda bu gibi olayların sıklıkla gerçekleşeceği vurgulanıyor.

“81 İlde 81 Orman” gibi projeler gerek
Toplantıda konuşan Hayrettin Karaca, sonuç olarak karbondioksit emisyonlarının en aza indirilebilmesi için yenilikçi, özgün endüstriyel keşiflerin önünün açılması, nüfus kontrolü ve yeni bir yaşam şekli bulunması gerektiğini söyledi. Karaca, toprağı iyileştirmek için ise İş Bankası’na ait “81 İlde 81 Orman” gibi projelere ihtiyaç olduğunu, eşitlikçi bir paylaşım düzeni ve ekonomik istikrar gerektiğini kaydetti. TEMA Onursal Başkanı Hayrettin Karaca, bu eserin ortaya çıkmasında başta Worldwatch ekibi olmak üzere, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli Başkanı’na kadar çabaları ve katkıları olan herkese teşekkür etti.

“Dünyanın Durumu” Hakkında:
Worldwatch Enstitüsü tarafından hazırlanan, “Dünyanın Durumu” serisi bu kulvarda ortaya konan en nitelikli çalışmalardan biridir. “Dünyanın Durumu” serisi 1984’ten beri kesintisiz bir şekilde ve halen 36 farklı dilde yayımlanıyor. Bu başarının olgunlaşmasında küresel bir bakış açısı ile sürdürülebilir yaşam teması etrafında örgütlenen nitelikli ve özverili bir kadronun azmi yadsınamaz. “Dünyanın Durumu”, yakın geleceğimizde bizi bekleyen yaşamsal önemde, kitlesel çevre sorunlarına karşı uyarıcı ve önerileri ile de önleyici bir yaklaşımla ortaya konmuş önemli bir referans kitaptır. TEMA Vakfı, 1993 yılından beri Dünyanın Durumu serisi kitaplarını Türkçeye çevirerek doğadostu okuyucuların yararına sunmaktadır.

TEMA

Kaynak: http://www.teknoport.com.tr/2009/08/21/ekolojik-kriz-ekonomik-krizi-aratacak/

Bozcaada’da Rüzgar Santraline Yıldırım Çarptı

Çanakkale İçinde | 06/04/2009

Çanakkale’nin Bozcaada ilçesinde bulunan Rüzgar Enerji Santrali, tribünlerden birine yıldırım çarpması nedeniyle ziyaretçi girişlerine kapatıldı.

2000 yılında, adanın en batı ucuna kurulan 17 adet rüzgar tribününden 8 numaralı tribüne yıldırım çarptı.

Bunun sonucunda, kanat ucu koparak yere düşerken, olayda ölen ya da yaralanan olmadı.

Yetkililer, diğer tribünlerde de benzer olayların yaşanabileceği gerekçesiyle, bakım onarım çalışması tamamlanıncaya kadar santrale ziyaretçi alınmayacağını bildirdi.

Kaynak: http://www.canakkaleicinde.com/bozcaadada-ruzgar-santraline-yildirim-carpti.html

Monday, August 10, 2009

Turkish Wind Energy Growing Fast with Feed-In-Tariff in the Pipeline

Thu Jul 30, 2009

The Turkish Statistical Institute announced that the Turkish economy shrank 13.8% and that the unemployment rate increased to 14.9% in the first quarter. Despite these difficult economic conditions, the Turkish wind industry is still one of the fastest growing industries in the country. One reason is that Turkey may face electricity shortages in the near future, furthermore Turkey has just ratified [the] Kyoto agreement which is going to result in carbon emission reduction targets for the post 2013 period.

Among other renewable resources, wind has been the most popular and most approachable power source in the last four years. The use of wind power started around 1,000-1,200 AD in Anatolia, as early as in other European countries. However, Turkey’s development throughout the centuries has not been as fast as that of its counterparts. At the time when Turkey installed its first 0.5 MW wind turbine in Izmir in 1998, Germany had already installed almost 3,000 MW.

In 2005, the total installed capacity in Turkey was a mere 20.1 MW generated by 34 turbines. The market was simply not attractive to anyone until the Turkish Parliament passed the first Law on Renewable Energy Resources in 2005. The market more than doubled in 2006 by reaching 50 MW, than tripled to 147 MW by the end of 2007.

As of today, Turkey has almost 490 MW of installed capacity, and by the end of 2010 it is projected to reach 1,500 MW — around 3,5% of the country’s total energy capacity (Graph-1). The Turkish Electricity Survey and Development Administration (EIE) in 2007 developed the Turkish Wind Atlas, which served as a big eye-opener to all types of investors. The Market Authority EMRA has licensed 78 projects constituting 2,900 MW of capacity. There have been almost 78,000 MW of license applications, and lots of them are in the waiting list.

One of the main entry barriers for wind developers is the weakness of the national electricity grid. Although there are many projects in the pipeline, they cannot be realized unless they are feeding into the grid without causing frequency fluctuations and system instability. According to Eurelectric’s Power Outages 2003 study, wind power was one of the contributors to critical outages, and the country’s grid will require substantial investments in order to mitigate these outages in the future.

Another reason why Turkey lags behind is state incentives. Currently, the feed-in tariff for renewables is limited to 55 EUR/MWh. The new proposed amendment to the law would offer 80 EUR/MWh for on land wind power applications (Graph-2). The Parliamentary General Assembly is on summer leave until October (that’s right…) and has postponed review of the proposal to the fall — and it looks like a decision won’t be taken quickly. Although global turbine prices are lower than before, the wind industry still needs public incentives.

Up to now, Turkey has not been a significant wind turbine manufacturer. Enercon has a production line in Izmir and has been producing 0.8 MW turbines since 2005. Enercon and Vestas seem to be dominating most of the contracts in the Turkish market (Graph-3), but new Turkish players are making their way into the market. Soyut Enerji produces small-scale turbines, whereas Model Enerji, is going to be the first MW-level turbine manufacturer in Turkey.

Turkey is becoming more attractive as public incentive discussions are becoming popular and power prices keep rising. The electricity price for residential customers was at 19,4 kr/kWh (93,20 Euro/MWh) by April 2009 after an increase of 31% since last year. The next years are going to be exciting and full of opportunities for domestic and foreign investors. The Investment Support and Promotion Agency of Turkey has identified renewable energy as an attractive area for foreign investment and is a good point of contact for any foreign investor that wants to learn more about investment opportunities in the country.

Reference: http://www.reuters.com/article/mnEnergy/idUS325544061320090731

Krizin ardından enerji çarpacak

10.08.2009 - İSTANBUL

Global ekonomik kriz ile sarsılan sanayiciyi, şimdi de elektrik çarpacak. TEİAŞ’a göre sıkıntıyı giderecek yatırımlar zamanında tamamlanamazsa enerji krizi en geç 2015’te kapıda.

Türkiye’nin, küresel kriz nedeniyle birkaç yıl ötelediği enerji açığı sorunu ile kriz sonrasında daha ağır biçimde yüzyüze kalma tehlikesi giderek artıyor.

EPDK tarafından 2003 yılından bu yana çeşitli şirketlere toplam 635 lisans verilmesine karşın, enerji üretimi yatırımlarından ancak 5’i tamamlanabildi. TEİAŞ‘ın projeksiyonlarına ve bu projeksiyon esas alınarak yapılan hesaplamalara göre, en geç 2015’te enerji krizi kapıda.

Kaynak: http://www.dunyagazetesi.com.tr/haber.asp?id=56701&cDate=

Sunday, August 9, 2009

Türk mühendisler rüzgar gibi esecek

08.08.2009 | Ayşegül Sakarya

Farklı üniversitelerde görev yapan 11 mühendis çevreyle dost enerji üreten yüzde 100 yerli ilk rüzgâr türbinini ortaya çıkardı. EcoWind isimli bir şirket kuran mühendislerin geliştirdiği türbinlere yoğun ilgi var.

Türkiye'nin farklı üniversitelerinden 11 mühendis ve ekonomist 4.5 yıllık bir çalışmanın ardından yüzde 100 yerli ilk rüzgâr türbinini üretmeye başladı. Türkiye'nin enerjide dışa bağımlılığını azaltmak amacıyla yola çıkan girişimciler, uygun ödeme koşullarıyla kurdukları rüzgâr türbinlerini tüm Türkiye'ye yaymayı hedefliyor. Yabancı finans kuruluşlarından sermaye desteği alarak EcoWind'i kuran girişimciler, hedeflerini "siteleri, otelleri veya fabrikaları elektrik faturasından tamamen kurtarmak" olarak açıklıyor.
EcoWind'in beyin takımı; Orta Doğu Teknik Üniversitesi Havacılık ve Uzay Mühendisliği Bölümü'nden Prof. Dr. Ozan Tekinalp, Dr. Nilay Sezer ve Güçlü Seber, Ege Üniversitesi, Güneş Enerjisi Enstitüsü, Rüzgâr ve Yenilenebilir Hibrit Enerji Sistemleri Ar-Ge Grubu Başkanı Y. Doç. Dr. Numan Çetin, İTÜ Makina Mühendisliği Bölümü mezunu Baha Saffet Pakkan, Celal Bayar Üniversitesi'nden mezun Evren Üstün, Adnan Menderes Üniversitesi Ekonomi Bölümü'nden Gülin Aytekin ve Hacettepe Üniversitesi'nden Gökhan Kebapçıoğlu, Uluslararası Lisans Departmanı Müdürü Mehmet Karaer ve Bölgeler Genel Müdürü Nihat Aygün'den oluşuyor. Kendilerini bir şirket değil oluşum olarak tanımlıyorlar. Uzun yıllar süren bir Ar-Ge'nin ardından sadece kanat, kule ya da jeneratörünü değil bir rüzgâr türbininin bütün parçalarını özgün bir tasarımla yüzde 100 yerli üretmeyi başardılar.

Bir saatte 300 otel başvurdu

Üretimin tüm aşamalarını yerlileştirmek, kendilerine özgü bir model geliştirmek, modelin mevcutlardan daha verimli olması ve dünyadaki rüzgâr türbinlerinden maliyet olarak daha düşük bir ürün yaratmak amacıyla yola çıktıklarını anlatan girişimciler, dünyada ilk defa akıllı küçük rüzgâr türbini ürettiklerini açıklıyor. Ürün geliştirilirken sadece rüzgâr enerjisinden daha verimli yararlanılması amacı güdülmemiş aynı zamanda maliyetler de göz önünde bulundurulmuş. 5784 sayılı kanunla 500 kilovata kadar olan yenilenebilir enerjiye dayalı üretim tesislerinin lisans alma ve şirket kurma yükümlülüğünden muaf tutulması üzerine seri üretime geçmeye karar veren girişimcilerin hedefi elektrik faturalarını minimuma indirmek...
Türkiye'nin rüzgâr bakımından dünyanın en verimli ülkelerinden biri olduğunu belirten EcoWind Pazarlama Müdürü Gökhan Kebapçıoğlu, "Dünyada rüzgârın en bol olduğu iki ülke var, bunlardan biri İngiltere diğeri ise Türkiye. Her iki ülkede de rüzgâr elektrik santralları Almanya, Fransa ve diğer ülkelerin çok gerisinde. Türkiye'de rüzgâr türbini dediğimiz sistemler 500 megavat düzeyinde, Almanya'da ise bu rakam 30 bin megavat. Bu kadar rüzgârı bol olan bir ülkede elektrik faturası ödenmesi çok saçma. Türkiye'de yaşayan herkesi ömür boyu elektrik faturasından kurtarmak için bu işe girdik" dedi.
Birkaç ay önce tanıtıma başlayan EcoWind'in kısa sürede büyük ilgi gördüğünü belirten ve başta konut siteleri olmak üzere otellerden binlerce başvuru aldıklarını belirten Kebapçıoğlu, "İşbirliği için şu an başlangınç aşamasında olduğumuz 80 site, bir o kadar da otel var. Türkiye'deki otellerin, binaların, AVM'lerin yeşil bina Breeam Sertifikası alması gerekiyor. Rüzgâr türbini kuranlar bu sertifikayı alabiliyor. Bu yüzden bilgi geçtiğimizde bir saat içinde 300 otelden başvuru geldi. Çeşme'de Ilıca Otel'de geçen hafta temel atıldı" dedi.


450 bin euroya mal oluyor

Bir türbini kurmadan önce aylık ödenen elektrik faturasını ilk önce 48 ay ile daha sonra 1.20 ile çarparak ne kadar bir güce ve ödemeye ihtiyaç duyulduğunun hesabını yaptıklarını belirten Kebapçıoğlu, ortalama 45-50 günde kurulan 500 kilovat gücünde bir rüzgâr türbininin maliyetinin 450 bin euro civarında olduğunu söyledi. 100 villalık bir sitenin villa başına ortalama 4-5 bin euro ödeyerek elektrik faturalarından tamamen kurtulabileceğini belirten Kebapçıoğlu, "Biz diyoruz ki bu rakamın 1500 TL'sini peşin verin, geri kalanını normal bir elektrik faturası öder gibi 2 yılda ödeyin. Zaten rüzgâr türbini kurulunca TEDAŞ'la ilişki kesiliyor yani çift fatura ödemek zorunda kalınmıyor" dedi. Pek çok bankayla anlaşma yaptıklarına, faizsiz yatırım imkânı sunduklarına dikkat çeken Kebapçıoğlu, devletin de yenilenebilir enerji yatırımlarına yönelik pek çok teşvik verdiğini dile getirdi.
Ayrıca rüzgâr enerjisine geçenlerin önümüzdeki dönemde gaz salımında daha az bulundukları için karbon haklarını satabileceklerine dikkat çeken Kebapçıoğlu, "Türkiye de artık Kyoto Protokolü'ne imza attı. Artık herkes istediği gibi bacayı çalıştıramayacak. İhale yöntemiyle karbon hakkını devletten satın alacak. 100 birim karbon hakkı aldı, ay sonunda 120 birime ihtiyacı var. Bunu da rüzgâr gibi yenilenebilir enerji kullanarak karbon hakkını saklı tutanlardan satın alacak. Yani rüzgâra yatırım yapanlara getirisi çok yüksek olacak" dedi. Kebapçıoğlu, ayrıca kurdukları her rüzgâr türbini için 500 fidan dikeceklerini belirtti.

13 milyon euro yatırım

Şirket tamamen yerli üretim olan rüzgâr türbininin bir kısmını farklı üretim tesislerine yaptırıyor. Kanatları ve jeneratörün tamamını ise kendi üretiyor. Şu anda kendilerine ait tesiste 12 kişinin çalıştığını ancak talep nedeniyle kapasite artırarak 6 ayda personel sayısını 200-250'ye kadar çıkaracaklarını belirten Kebapçıoğlu, 2 bin metrekare olan fabrikayı da 13 milyon euro yatırım yaparak 10 bin metrekarelik kapalı alana taşıyacaklarını dile getirdi. Eco Enerji'nin diğer hedefi ise halka açılmak. Kebapçıoğlu, 9 ay içinde halka açık bir şirket olarak faaliyetlerine devam edeceklerini vurguladı.
Eco Enerji, Türkiye geneline yayılmak için bir bayilik ağı oluşturuyor. Şirket, rüzgâr enerjisinin önemini anlatacak, bölgesini iyi tanıyan aynı zamanda türbinin kurulumunu yapacak, enerji konusunda bilgi sahibi bayiler arıyor. Bayilerin satış üzerinden komisyon alacağını belirten Kebapçıoğlu, 81 ilde 81 bayilik oluşturmak istediklerini vurguladı. 500 kw gücünde bir türbin pazarlayan bayinin 21 bin euro komisyon alacağını dile getiren Kebapçıoğlu, türbinin gücüne göre bu rakamın azalacağını belirtti. Bayilerden hiçbir ücret almadıklarına dikkat çeken Kebapçıoğlu, "Biz enerji konusunda bilgili ve yenilenebilir enerjinin önemini anlayan çevre dostu bayiler arıyoruz" dedi.

Kaynak: http://www.referansgazetesi.com/haber.aspx?HBR_KOD=127417

Friday, August 7, 2009

7 rüzgar türbini üretime başladı

07.08.2009 - İstanbul

Rotor Elektrik Üretim'in Osmaniye'de inşası devam eden rüzgar santralinin toplam 17,5 MW kapasiteli ilk yedi türbini bugün üretime başladı

İSTANBUL - Zorlu Enerji Grubu bünyesinde faaliyetlerini sürdüren Rotor Elektrik Üretim'in Osmaniye'de inşası devam eden rüzgar santralinin ilk yedi türbininin üretime başladığı bildirildi.

Zorlu Enerji Elektrik Üretim A.Ş'nin Kamuyu Aydınlatma Platformunda (KAP) yayımlanan açıklamasında, Zorlu Enerji Grubu bünyesinde faaliyetlerini sürdüren Rotor Elektrik Üretim'in Osmaniye'de inşası devam eden rüzgar santralinin toplam 17,5 MW kapasiteli ilk yedi türbininin bugün üretime başladığı bildirildi.

Açıklamada, yapımı tamamlandığında 135 MW kapasitesiyle Türkiye'nin tek alanda kurulu en büyük rüzgar santrali olacak tesisin altyapı çalışmalarına 2008 yılının Temmuz ayında başlandığı hatırlatıldı.

Her biri 356 ton ağırlığındaki türbinlerin ilkinin montajının 2009 şubat ayında bitirildiği belirtilen açıklamada, şunlar kaydedildi:

"2009 yıl sonunda tamamen işletime alınması hedeflenen yatırımın toplam tutarı 200 milyon avrodur. Her biri 356 ton ağırlığındaki türbinlerin oluşturduğu santral, tam kapasite ile çalışmaya başladığında yılda yaklaşık olarak 500 milyon kilovat saat elektrik üretmesi beklenmektedir. Osmaniye'nin Bahçe ve Hasanbeyli ilçelerindeki Gökçedağ üzerinde yer alan RES'in (Rüzgar enerji santrali) yapımında kullanılan türbinler, Türkiye'de kurulan en büyük rüzgar türbinleri olup 85 metrelik kule gövdesi ile 30 katlı bir bina yüksekliğine sahip olup, 2,5 MW'lık her bir türbinin kanat çapı ise 100 metredir. Zorlu Enerji Grubu, Bahçe ve Hasanbeyli sınırları içinde yer alan 135 MW kapasiteli rüzgar santralinin yanı sıra Osmaniye'nin Sarıtepe ve Demirciler mevkisinde 50 MW ve 60 MW'lık iki rüzgar santrali lisansına da sahiptir."

Kaynak: http://www.dunyagazetesi.com.tr/haber.asp?id=56589&cDate=

Sunday, August 2, 2009

Rüzgar Lisansları 2 Ay İçinde Verilecek

Rüzgar Lisansları 2 Ay İçinde Verilecek

31.07.2009

Elektrik İşleri Etüd İdaresi (EİE) Genel Müdürü Mustafa Kemal Büyükmıhcı, uzun süredir merakla beklenen rüzgar lisanslarının bir iki ay içinde verileceğini açıkladı. Büyükmıhcı, 11 bin 600 mw’lık rüzgar santralinin 2013 yılına kadar kurularak sisteme elektrik verilmesini hedeflediklerini söyledi.

Gazi Üniversitesi Rektörlüğü ile EİE ve Ostim Organize Sanayi Bölgesi arasında enerji verimliği ve yenilenebilir enerji alanında işbirliği protokolü imzalandı.


ACI İTİRAF

EİE Genel Müdürü Büyükmıhcı, imza töreninde acı bir itirafta bulundu. Genel Müdürün verdiği bilgilere göre Türkiye bin dolarlık milli gelir üretebilmek için tam 400 litre petrole eş değer enerji harcıyor. Oysa aynı miktardaki geliri Avrupalı ülkeler 200 litre, Japonya ve Danimarka ise sadece 100 litre petrol eş değeri enerjiyle üretmeyi başarıyor.

30 MİLYON KONUT

Büyükmıhcı, Türkiye’nin ihtiyacı olan enerjinin yüzde 76’sını yurt dışından satın aldığına dikkat çekti. Etkili tasarruf önlemleriyle enerji ithalatının önemli ölçüde azaltılabileceğine işaret eden Büyükmıhcı, binalarda yüzde 35, sanayi ve ulaşımda da yüzde 15’er oranında tasarruf potansiyeli olduğunu belirtti. Büyükmıhcı, böyle bir tasarrufun 30 milyon konutun yıllık enerji ihtiyacına denk geldiğini söyledi.

ÜNİVERSİTE ARAŞTIRACAK

Gazi Üniversitesi Rektörü Rıza Ayhan da sanayide enerjinin ne ölçüde verimli kullanıldığını ortaya çıkarmak için Ostim OSB’deki işletmelerde araştırma yapacaklarını bildirdi. Ayhan, “Yılda en az 50 işletmeyi inceleyip ne kadar enerji kaybı olduğunu belirleyeceğiz” dedi.

Kaynak: http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/12188737.asp?gid=254